Belgrad Rehberi

Dilay Balioğlu
12 min readApr 9, 2023

--

İlk izlenimler, Michelin Guide eşliğinde Belgrad, Michelin dışında Belgrad, sanat sepet derken liste baya uzadı. Bu ara Belgrad’a giden ve bana nerede ne yapılır diyen çok fazla yakınım oldu, hem çok detaylı hem de çok eksikli bir Belgrad Rehberi ile karşınızdayım. Uçak bileti alana kadar merak ettiğim ve umutlu olduğum bir şehirdi sonra bileti alınca bir karamsarlık kaplamıştı yüreğimi, tek başıma 3 gün sıkılır mıyım, gezecek çok yer yok deniyor diye ama to do listimi tamamlayamadım bile. Ayrıca gastronomi ve sanat anlamında beni oldukça mutlu etti. Bir daha, bi’ daha gidilir.

Belgrad’dan ilk izlenimler:

· Bi’ noktada baya Türkler, taksiciler kesinlikle Türk diyebiliriz her şeyi en az 5 euro daha fazla söylüyorlar. Kesinlikle Avrupalılar yayalara yol verme konusunda genellikle çok hevesliler. Ve sinyal verebilen insanlar, inanılmaz. Çok nadir kornaya basıyorlar, bu da alışılmadık. (Bunu yazdıktan sonra nazar değdi ve kornalar arttı.)

· Gün sabah 6 gibi doğuyor ve akşam 6 gibi batıyor, akşam 7–8 gibi hava zifiri karanlık ve sanki 11 olmuş gibi bir his kaplıyor insanı, lakin Sava kıyında gün batımı 10/10. (Aylardan Mart)

· Bisiklet kullanımı aşırı yaygın diyemem ama kullananlar var.

· Normalde yasak olmasına rağmen iç mekanlarda sigara içiyorlar deniyordu ama gittiğim mekanlarda böyle bir şeyle karşılaşmadım. Bu benim şansıma gibi görünüyor, tüm arkadaşlarım hala iç mekanda sürekli sigara içiliyor diyor. :)

· Özellikle merkezde çokça kitap evi var ve devasaaalar, it makes me kill! Saatlerim anlamadığım dilde kitaplara bakarak geçti, bolca İngilizce kitap da bulabilirsiniz, özellikle de Kneza Mihalia’da bulunan kitapçılarda.

· Knez Mihailia ve çevresinde bolca patlamış mısırcı var, şehrin bir kısmı patlamış mısır kokuyor desek yeridir, eser miktarda kestaneci de mevcut.

· Gittiğim mekanlarda İngilizce bilmeyen biriyle denk gelmedim ama genellikle turisttik yerlerdeydim, su topu oynadığım zaman Sırp takımları antrenman için kampa gelirdi ve yaşlılarının pek İngilizce bilmediğini, gençlerin daha yatkın olduğunu biliyorum. Bu konuda biraz daha ilerlemiş gibiler.

· Annecim-babacım, beni nasıl doğurduysanız: ajan olmak istediğim dönemlerde bu tiple ajan olamam diyordum ama nereye gitsem ilk o dilde konuşuluyor. Bi’ deneyebilirmişim ajan olmayı, MİT beni bul. :)

· Kalemegdan çok turistik olduğu için turist yoğunluklu olur diye düşünüyordum, lokaller de bu parkta takılmayı, manzara izlemeyi seviyor.

· Şehir merkezinde çok fazla sokak köpeği görmedim, havalimanına yakın yerlerde daha çok özgür köpek var ama merkezde sahipli çok fazla özellikle küçük ırk köpekler var. Evcil hayvanların mekanlara alınması konusu bizdeki gibi mekanların yarısı evcil hayvan kabul ediyor, yarısı etmiyor.

· Genel olarak sakinler, gergin gergin koşturan insanlar görmedim ki hafta içi, iş günlerinde şehirdeydim. Bizden daha güleçler, elbette pokerface olanlar da var ama geneli bizden daha chill .

· Hadi biraz ırkçılık yapalım: kadınları güzel erkekleri yakışıklı. Kadınları oldukça bakımlı detayını da eklemek lazım. Beylere yakışıklı deme sebebim ‘’Green Street Holigans’’ tipini ve Eminem’in gençliğini beğenmem olabilir, bu prototip bu coğrafyada yaygın.

· Otobüslerde kimse para ödemiyor, denetim olursa cezası var ama belli ki cezayı sallamıyorlar. Sırp Devleti keşke komple ücretsiz yaptığını duyursa en azından PR ve haber değeri olur çünkü 1 kişi bile para ödemiyor.

· Hava durumu İstanbul gibi saat başı değişiyor. (Tamam sabah-öğlen-akşam diyelim).

· Bu arada ben neden hep salaş mekanlara gideceğim deyip deyip şık yerlerde takıldığımı düşünüyorum henüz sonuca ulaşamadım. Neyse mühim olan düşünmek.

· Deist ve biraz agnostik olabilirim ama kilise kokusunu kesinlikle özlemişim. Gotik yanım ayrı özlemiş, mimarı ve sanat seven yanım ayrı. Acilen İstanbul’daki vitray sayısını da arttırmamız lazım.

· Musluk suyu içiliyor ve park gören masum köylü gibiyim -masum metropollü daha doğru olur- Musluk suyu içilebiliyooooor!

Michelin Guide eşliğinde Belgrade:

Sanırım Michelin’in vejertaryen yıldız dağıtıcılarından biri olabilirim. Belgrad’a gelmeden önce çok fazla araştırma yapmadım ama Google Maps’i açıp ilgimi çeken spotlara tıklayıp beğendiklerimi kaydettim. Geçen haftalarda Belgrad’a gelen arkadaşlarım Michelin Rehberi’nde yer alan bir restaurant paylaştığı için olsa gerek o mekanı ararken tüm listeyi bi’ göz inceleme şansım oldu ve içlerinden birine rezervasyon yaptım. Listeyi gördüğüm için yol üstünde aşina olduğum mekanlar da buralardı ve birkaçını deneme şansım oldu;

· Comunale Caffe e Cucina: İlk duramığız elbette İtalyan mutfağı ve rehberde yer almayı sürdürmek istedikleri kesin. Garsonlar oldukça ilgili ve güleç. Günün ilk yemeği diye torpil geçmediğimi düşünüyorum. Minestrone Comunale oldukça lezzetliydi ve porsiyonu büyüktü, el yapımı makarna deyince akan sular durur: PLJUKANCI SA TARTUFIMA bi’ efsaneydi. İkram gelen zeytinyağı da insanı mutlu edecek bir lezzetteydi, iyi zeytinyağı oldu mu gerisi geliyor zaten. Ben tatlı olmayan Sırp üzümlerinden bir beyaz şarap istedim, seçimi garsona bıraktım ve sonuçtan memnun kaldım. Tatlılarını denemedim bu yüzden yorum yapamam ama bir şans verilebilir. Ayrıca gün batımı saatlerinde gittim ve manzara yürekleri pamuk yumuşaklığına getirdi, bu nedenle günbatımını tercih etmenizi önerebilirim. 24 saat geçti hala makarna tabağını sıyırma isteğim de geçmedi. Ben gittiğimde mekanda lokaller fazlaydı, bence bu da önemli bir detay. Lokaller neredeyse orada umut var denebilir.

· Mezestoran Dvoriste: Bu sefer doğrudan İtalyan mutfağı olmasa da Akdeniz mutfağından devam ediyoruz. Öncelikle gündüz gittim ve yer buldum, çokça lokal var ve işlek bir mekan olmakla birlikte bana girer girmez rezervasyonunuz var mı diye sordular. Rezervasyonum olmasa da yardımcı oldular ama sizin aklınızda bulunsun rezervasyon yaptırmak iyi olabilir. Mart ayında kısa kollu boğazlı kazakla dışarıda oturabildiğim için mi bilmem ama mekanın atmosferini sevdim, binaların arasında kalan gizli bir bahçesi var. Favaları aşırı başarılıydı, Türkiye’de böyle fava yemedim. İkram gelen zeytinyağım güzeldi ama Comunale’deki daha iyiydi. Originalni kritski Dakos, ekmek üstü domates ve peynirli bir meze, domatesleri nasıl Türkiye’den daha lezzetli olur hem de Mart ayında diye diye yedim, porsiyon iki kişi için daha uygundu açıkçası baya doydum ve ana yemeğimi bitiremedim. Ana yemek olarak da Gnocchi Primavera tercih ettim Caoa İtalia! Aşırı büyük bir tabak geldi, güzeldi ama bayıldığım söylenemez. Oyumu bir başka mezeden yana kullansam daha iyi olabilirmiş. Şarabım da fena değildi, kendi ürettikleri bir beyaz şarap: Domace Vino Belo Casa, daha güzel şaraplar içtim Aklım hala Comunale’deki makarnada.

· Iva New Balkan Cuisine: Şık, sakin, lezzetli. Harika bir date mekanı! Loş, dingin, cool bir atmosferi var. Mekana girer girmez huzur buluyorsunuz, zaman sakin sakin akıyor. Bu sakinlikte akşama Miso çorbasıyla başlamam kaçınılmazdı, hala bu çorbayı aşeriyorum. İçinde mısır olan her şeye bayılıyorum ama bu çorbanın yeri ayrı, Türkiye’dekinin aksine dokusu yoğun olan çorbaları daha çok severim, bu sebeple bile: Potaz Kururuz kalbimi kazandı. Celer i Tartuf’larını denedim nam-ı diğer trüflü kereviz; trüfü oldukça yoğundu ve kereviz aşırı pişmişti, bıçakla keserken neredeyse püre kıvamına geliyordu, püremsi şeyleri severim o yüzden beni rahatsız etmedi ama biraz daha az pişmiş olsa nasıl olurdu diye düşünmeden de edemedim. Ve yine bir beyaz şarap içildi: Sauvignon Eden. Benim yemeklerim için iyi bir eşlikçiydi, Belgrad seyahatim boyunca şarabı genelde nasıl sevdiğimi söyleyip tercihi garsonlara bıraktım hiç de pişman olmadım.

Michelin Rehberinde yer almayan ama beğendiğim mekanlar:

· La Boulangerie, Belgrad’da Fransız esintisi isterseniz harika bir seçim. Şık bir cafe, tek sorun — ne demek sadece espresso bazlı kahvemiz var- Bunun yanı sıra pistacho kruvasanları ve exotic tartları (evet kahvaltıda iki kocaman tatlıyı arka arkaya yedim) güzeldi. Pistascho kruvasanın içinden çıkan çilek reçeli beni biraz şaşırttı, reçelsiz daha lezzetli olabilirmiş ancak yine de güzeldi. Dilerseniz alkol de var, bu zamana kadar yalnızca Lviv’de kahvaltıda alkol tercih ettim, güne şampanya ile başlamak baya iyi bit alternatifti ve otelin kahvesi berbattı. Neyse biz La Boulangerie’ye dönelim, nane çayları Starbucks’ınkine benziyor, bu kahve zincirimizi çok sevdiğim söylenemez ama çaylarını severim, Sırp markası değil ancak çayın markası XX’di bulursam alacağım bence siz de gördüğünüz yerde alın.

· Bloom, yine lokallerden müdavimleri bol olan ve stalker turistlerin de gözde geç kahvaltı mekanlarıdan biri. Küçücük, sıcak, kendinizi adeta Moda’daymışsınız gibi bir yer.

· D59B, bu ne coolluk be kardeşim! Küçücük bir mekan belki de 59 metrekare falandır, ben narsist gibi DB adım ve soyadımın baş harfleri diye geldim. Self-Service her zaman olduğu gibi şu an V60 veremiyoruz dediler, oysa Belgrad’da V60 bulduğuma çok sevinmiştim, filtre kahvede yokmuş, sadece espresso bazlı kahve mi var derken yüzümü ekşittiğim için olsa gerek hemen Cold-Brew ister misin dediler, CB bulan Dilay kaçırır mı bunu hemen atladım. Telefonumun şarj aletini bir önceki mekanda unutmuşum sağ olsunlar bu konuda da çom yardımcı oldular çünkü hattım sadece Sırpça santral mesajı verip verip düşüyordu. Elbette burada da alkol var ben Sırp birası denerim deren kurukafa sevdamdan bir Belçika birası denedim, çok da sevdim (bira sevmem)- tadı Blanc’a benziyor ve ismi — Triple Amber, Tete de Mort-

Dip not: Cold Brew baya iyiydi, bence henüz burada yeterince kahveci denemesem de buraya best in town diyebilirim, %90 öyle de. Mekanda DJ kabini de var, bazı akşamlar DJ şov da kaçınılmaz. Ayrıca çalışan, gelen giden herkes İngilizce biliyor 10/10.

· Makadam, bu sokağın tatlılığı diyerek başlamak istiyorum. Güneşli bir Belgrad günü sakince, zevkle gezen insanlar. Bu sokaktan geçip, burada oturmamak imkansız. Aslında kendime bir beyaz şarap ısmarlayacaktım ama bir yerde imza kokteyl varsa denemeden geçemiyorum adıyla müstesna Makadam’ı denedim, wow denemez ama güzeldi.

· Rai-Urban Vege, adı üstünde vegan/vejetaryen bir restaurant ama duvarında yazan neon led gibi ‘Vegan Sexy’! Hayatımda yediğim en iyi acı soslu Vegan Burger’di: Monster BGR. Açlıktan ölüyorken ve burnumun dibindeki Meksika Restaurantına gidecekken, bir galeride tanıştığım kızın yönlendirmesiyle birkaç kilometre sağnak yağışlı ve bol rüzgarlı bir Belgrad akşamı koştur koştur mutfak umarım kapanmamıştır diye Rai’ye gittim, bir yandan da umarım lezzetsiz çıkmaz diye söylenerek yürüyorum çünkü İstanbul’da övüle övüle bir hal olunan çoğu Vegan Restaurantın çoğu yemeği hiç başarılı değil. Vegan olun olmayın burada benim hatrıma bir Monster Burger yiyin pişman olmayacaksınız!

· Hotel Moskva, bu meşhur hotelimizin restaurantına aşırı yağmurlu bir Belgrad akşamı hissedilen hava sıcaklığı -2 dereceyken İstanbul’a dönmeden önceki son gece gitme fırsatım oldu, kahvaltı için tercih edeceğim bir tatlıyı, çarşamba gecesi piyano eşliğinde denedim. Moskova Pastanesi’nin en az otel kadar meşhur, dışarıdan bakınca da lezziz gözüken ancak biraz da sıradan gibi duran tatlısı: Moscow Shnit. Bu pasta günde ortalama 300 kişiye servis ediliyormuş. Kremasının yoğunluğu harika, lezzetli ama ağır değil, hatta ferahlatıcı bir yanı var desem abartmış olmam; badem, ananas ve cherryleri aşırı tazeydi, insanın yedikçe yiyesi geliyor. Mutluluğun kısa yolu fresh bi’ tatlıdır, kahvaltı değildir Cemal Bey. Hotele gitmeden önce bence over-rated diye gitmiştim ama buraya kadar gelmişken de deneyeyim demiştim, asla overrated değil, son akşama bıraktığıma biraz üzüldüm çünkü fırsatım olsa bir kez daha yerdim. Piyano da tadına tat katmış olabilir. Müzik ruhun gıdası mıdır, sorusunun tek bir cevabı var.

· Majstor i Margarita, Belgrad’ın en iyi pizzacıları arasında yer alıyor, elbette ben Burattina’yı denedim. Her zaman öncelikli tercihim oluyor çünkü buratta ve pestoyu çok seviyorum. Hamurunu beğendim, domatezi ve zeytinyağları da lezzetliydi amaaa pestoyu çok tuzlu yapmışlardı. Fesleğeni güzel olsa da tuz yordu yalan yok, home-made dry beyaz şaraplarını beğendim. Pesto umarım benim şansızlığıma bu kadar tuzludur. Yine de güzel bir pizza yedim, bi’ şans verebilirsiniz. Çalışanlar güleç, modern bir iç tasarımı var ve lokal & turist herkesin uğrak mekanlarından biri.

· Bar Central, İşte burası benim için fazlasıyla over-rated bir kokteyl bardı. Denediğim kokteyllere kötü ya da başarısız diyemem ama canım bir daha ister mi: hayır. Belki gitmeden önce beklentimi çok yükseltmiştim ama Coctail Bar-Headquaerters of Bartenders Association of Serbia’nın mekanı olunca beklentiyi yükseltmemek elde değil, Mushroom Old Fashioned ve Fifty Shades of Citrus’u denedim, ortalama diyebilirim. Her şey olması gerektiği gibiydi ama daha fazlası yoktu, sanki notaları doğru okuma derdiyle şarkıya hiç ruhunu katmayan, duygularını yansıtamayan ama şarkıyı teknik olarak olması gerektiği gibi okuyan bir şarkıcının bir şarkıyı seslendirmesi gibi. Konu kokteyl olunca, hafızamda yer edecek bir tadım notu arıyorum ve maalesef aradığımı bulamadım.

· Ferdinand Knedle, çikolatalı olanına bayıldım. Vitrinleri gece boşalıyor. Gündüz taze taze ilk çıktığında denenebilir, tatlı ve tuzlu alternatifleri var. Çok fazla yerde şubesi var.

Gitme fırsatım olmayan merak ettiğim ve eşin dostun önerdiği restaurant & cafeler; La Taoueria Tacos, Ice Box, Enso, Salon 1905, Ambar, Lorenzo & Kakalamba, ? ,Homa, jaM, tt bistro, Pinot Belgrade, Gig Belgrade, Magellan, Gilda. Ve gizli bar: Druid (Rezervasyonsuz giremezsiniz), Bitters Bar, City Garden Cafe Restaurant & Bar ve nicesi…

Sadece yemek yemedim;

· Araba Müzesi: Koç Ailesi’nden özür dilerim. Komşunun tavuğu kaz göründü ve soluğu bu müzede aldım. Keşke daha fazla alan olsaydı da arabalar ıkış tıkış olmasaydı. Burayı önerip önermeme konusunda çekimserim. Tercih sizin.

· St. Sava Katedrali, bir manyağın kaç tane gold mozaik var sayması lazım. Delilik bu, altın rengi şeyleri çok sevdiğim söylenemez yeni yeni sevmeye başlıyorum ama katedral kesinlikle büyüleyici. Dışarıdan bakıldığında oldukça sade gözükse de devasa ve içi aşırı şatafatlı ama o kadar görkemli bir yapı ki üzerinize atılmış tonla altın, garip bir şekilde sizi hiç yormuyor. Kesinlikle hem burayı hem de yanındaki minik şapeli ziyeret etmelisiniz. Gerçekten dünyanın en güzel kiliselerinden biri olabilir. Balkanların en büyük Katedrali aynı anda 10.000 kişiyi ağırlayabilecek büyüklükte. Sanırım yarım saatten fazla vakit geçirdim burada, ardından da şapele gittiğimde bir ayine denk geldiğim için tüm günü kilise kokarak geçirdim. Ortodokslar siz bu işi biliyorsunuz.

· St. Mark Katedrali, Sava kadar görkemli olmasa da hatrı sayılır bir güzelliği olan bir diğer Ortodoks Kilisesi. Ben zaten kilise gezmeyi seviyorum ama bu ikili gezdiğim en iyi kiliseler arasında yerini aldı.

· Kalemegdan: Lokaller tarafından da oldukça ilgi gören, günün tadını çıkarabileceğiniz bir meydan. Yine over-rated olabilir ama to do listlerin kaçınılmazı diye diye geldim, önyargılı oluşuma kızdım. Havalimanından indiğim gibi geldim ve park gören masum bir İstanbullu olarak, hell yeahhhhhh! Parkçılık kazanacak, ne tatlı bir şehir diye büyülendim. Maskeyle klasik müzik çalan kadın sokak sanatçıları, köpeğini gezdirenler, büstler, nehir manzarası, kale, dinozor müzesi (melih gökçekinnng) ve daha bir sürü şey için doğru adres bu meydan.

· Tasmajdan, St. Mark Katedrali’nin de bulunduğu meydan, katedral dikkatinizi çekeceği için zaten kendinizi doğal bir şekilde bu meydanda bulabiliriniz. Benim favorim Tasmegdan. Kiliseyi gezerken mini bi’ bakış da bu meydana atabilirsiniz.

· Botanicka Basta ‘’Jevremovac’’: Botanik meraklıları ve biraz huzur arayanlar için güzel bir durak. Okul çıkışı öğrencilerin de uğradığı adreslerden biri, bebeğini gezdirmeye gelen anneler için de tercih edilen park alanlarından. Kış bahçesinde vakit geçirmek oldukça keyifli, lokaller parkta oturmak için de tercih ediyor. Bence turistler için park alanı bahar ya da yaz ayında ağaçlar çiçek açtığında daha keyifli olacaktır. Dökülmüş ağaç yaprakları ve dallar çok ilgi çekici olmuyor ama kış bahçesi için bile gidilir.

· Ministarstvo Odbrane: Belgrad’ın kült binalarından biri de Savunma Bakanlığı binası, dikkatinizi çekmemesi imkansız.

· Çağdaş Sanat Müzesi: Ben ziyaret ettiğimde yalnızca Olga Jancic’in heykel sergisi vardı ve başka bir sergi alanının kurulumu olduğu için diğer katlar kapalıydı.

· Nikola Radosevic Galerija: Telefonumu şarj ettiğim, Vejetaryen restaurant önerisi aldığım, akşam akşam çok sıcak karşılandığım bir galeri neden çalışan kıza adını sormadığımı düşünüyorum, oldukça misafirperverdi. Ben Bozo Ternc’in sergisini görünce, galeri kapanmak üzere de olsa dayanamayıp kendimi attım, eserlerin çoğunu evimde de ağırlamak isterim. Bence genel olarak iyi sanatçıları ağırlayan bir galeri, sanat meraklıları gittiğinde bi’ göz bakabilir. Çok merkezi bir yerde.

· Gallery of the Serbian Academy of Sciences and Arts: Ben ziyaret ettiğimde Sava Halugin’in heykel ve resim sergisi vardı. Uzun uzun vakit geçirdiğim bir sergi turu olmadı ama yine de takibe değer bir galeri.

· Muzej Primenjene Umetnosti- Uygulamalı Sanat Müzesi, sürekli alarmları öttürdüğüm müze. Hahah, alarmlar fazla hassasmış üstüne alınma dediler, alınmadım da. :) Öncelikle, binanın kendisi çok güzel. 1950 yılında kurulmuş. Yalnızca Sırplar’a ait eserleri değil, Avrupa’nın farklı yerlerinden eserleri de bünyesinde bulunduruyor. Müzenin geleneksel kültür ve sanat etkinlikleri arasında Mimarlık Salonu, Çocuk Uygulamalı Sanatlar Salonu, Çağdaş Uygulamalı Sanatlar Salonu ve Seramik Trienali bulunuyor. İçinde minik bir cafe de var ama ben gittiğimde kapalıydı. Yeni bir sergi alanı kuruluyordu ve o bölümü de gezemedim.

· Muzej Zepter: Kaçırmam gereken bir sanat eseri var, bu konuda uzman olan biri beni bulsun :) Sayın Ljubomir Ljuba Popovic bey siz ne yaptınız ya zamkla yapışmış gibi eserinizin önüne mıh gibi yapıştım kaldım. Tüm sergi alanını gezdim, müzeden çıkmadan önce son bi’ bakış atmak için soluğu tekrar ‘’Les Signes Du Deluge’’ adlı eserinizin önünde aldım. Nefes kesici bir yanı da vardı. Neyse, bu eseri rahat bırakıyorum. Bu müzeyi gezmek zorundasınız ruhunuz biraz ışıltı dolar, ufkunuz açılır, gönlünüz ferahlar ve bana teşekkür edersiniz.

· Akademija, Stari Grad bölgesindeki mağazasına kaç kez gittim hatırlamıyorum. Kitap kurtları burayı pas geçmeyin, zaten geçemezsiniz de. Bu ne güzellik dedirten, her türden kitap bulabileceğiniz, binlerce kitap olan harika bir kitapevi.

· Tesla Müzesi: Ben gitmedim vakit kaybı diyenler ve görmelisin diyenler ikiye bölündü. Görmezsen bir şey kaybetmezsin diyenler daha fazlaydı o yüzden kendimi art-gallerylere attım. Bilimseverler belki gitmişken bir uğrar, ben de belki bir sonraki turda yolumu düşürürüm.

Şehir müzesi kapalıydı kim bilir ne zaman açılacak, Yugoslavya Müzesi, Posta Müzesi, The Legacy of Lubarda, Prens Milos’un Konağı, Doktorun Kulesi, Sırbistan Tarih Müzesi, U10, Silosi, Değirmen, Belgrad Ulusal Tiyatrosu, Belgrad Ulusal Müzesi, Afrika Sanatı Müzesi, Etnografya Müzesi gibi çoğu yer to do listimde kaldı.

--

--

Dilay Balioğlu

PR Person and Event Planner/ Book, Coffee & Art Lover/ Travel Enthusiast/ Foodie/ Former Synchronized Swimmer and Water Polo Player ✨